bugün

entry'ler (3083)

sözlük yazarlarının instagram hesapları

dijital fotoğrafa analogmuş gibi davranmaca

sözlükçülerin connected2 me sayfaları

http://connected2.me/buny

sözlük yazarlarından denemeler

aydınlık üzerine
sorma
metronom
birlik olmak değişimi getirir
hiç
hayatın ne kadar ibne olduğunu anladığım anlar - iv

sözlük yazarlarından denemeler

bir kademe #1
bir kademe #2
bir kademe #3
bir kademe #4
bir kademe #5

sözlük yazarlarından kısa yazılar

kısa kısa #1
kısa kısa #2
kısa kısa #3
kısa kısa #4

isa'yla yolculuktan notlar #1
isa'yla yolculuktan notlar #2
isa'yla yolculuktan notlar #3

sevmenin iki yüzü

---alıntı---

şimdi burada sevmenin veya insanın içerisinde hissettiklerinin kimyasal reaksiyonlardan ibaret olduğundan ve sanal bir şey olduğundan bahsetmeyeceğim. bahsedeceğim şey aslında sevginin bitmesi ve tekrar başlaması hakkında.

bir ilişki esnasında bireyler ne kadar kendini kontrol etmeye çalışsa da ortada bir bağlılık ve bağımlılık söz konusu olur. ve bağımlılık karşınızdaki kişiye daha çok bağlanmanıza sebep olur. bütün zamanınızı onunla geçirebilirsiniz. bütün güzel sözleri ona edebilirsiniz. hatta sanatsal bir yeteneğiniz varsa o sizin ilham kaynağınız olur. tüm eserleriniz de onun için olur. karşılık edilen güzel laflar, beraber geçirilen güzel zamanlar, hatta beraber orgazm olmalar. hepsi onunla olur, hayatınız onunkiyle karışır. iki tarafta iki kişilik bir hayat yaşar, sevgi ömrü uzatır. bunlar güzel, samimi, yaşanası tarafları. işin kötülüğü, iki yüzlülüğü ilişkinin bir başka parçası olan ayrılıkla başlıyor.

bir ilişkinin nasıl bittiği, yaşanılan olaylar doğrultusundadır ve buna başka bir etken de kişilerin olgunluğudur. illa ki saçmalıklara ev sahipliği yapacağınız olacaktır. olağan görmekteyim. benim derdim birkaç zaman önce sevgi kelebeği olan insanların birbirine lanet etmeleriyle alakalı değil. bunlar kaybetmenin oluşturduğu sinirle yaşanılabilir deyip geçelim. asıl derdim bu ilişki sonrasındaki ilişkimiz ve yaşadıklarımızla ilgili. şöyle ki: bir süre sonra elbet bir başka kadının/erkeğin kollarında hayatı bulacağız. onu seveceğiz, onunla sevişeceğiz. ayrıldığımız kişiden daha çok veya en az onun kadar seveceğiz. bu sefer tüm mahremimiz, tüm güzel laflarımız hayatımıza yeni giren kişinin olacak. bir önceki ilişkimizde ne yapıyorsak aynılarını başka bir seyirci karşısında sergileyeceğiz. tiyatral oyun bir nevi. onu bedenimizin ve mahremimizin başkentine koyacağız. ilişkiler aynı kişiler farklıdır.

tüm bunları sanki daha önce yapmamışız gibi, tüm o güzel lafları hayatımızda ilk kez ona ediyormuşuz gibi davranacağız. hayatımıza giren bilmem kaçıncı insan veya yatağımıza giren bilmem kaçıncı insan olması önemli değil sanki. biz ona yine ilk defaymış gibi davranacağız. işin daha da kötüsü son birlikteliğimiz sanacağız. ilişkinin iki yüzlü olduğunu gösteren taraf, daha doğrusu ilişkinin bireylerce iki yüzlü hale getirilmesini gösteren taraf bu bence.

biz bir insan ilk defa dermişcesine 'seni seviyorum' diyeceğiz ve birkaç zaman sonra yine ilk defa dermişcesine bir başka insana 'seni seviyorum' diyeceğiz. hayatımız, kalbimiz sandığımız kişi gittiğinde biz başkasına sarılacağız ve onu kalbimiz yapacağız. duygu yüklediğimiz o güzelim laflar, tarifi imkansız o sevişmeler hiç yaşanılmış gibi biz bir başka kadını soyacağız.

bu yüzden ilişki ve bu duygusal durum bana her zaman iki yüzlü gelmiştir. hiçbir zaman samimi olduğunu düşünmedim. fakat işleyiş bu şekilde, biz her zaman bir başkasını unutmak için başkalarını arayacağız. sonra onu kaybedeceğiz yine ilk defa seviyormuşcasına bir başkasına sarılacağız. bu kadar samimi kabul edilen bu ilişki çeşidinin bu derece iki yüzlü, tiksindirici olması ayrı bir düşündürmektedir beni.

---alıntı---

http://uc-noktam.blogspot...05/sevmenin-iki-yuzu.html

çocukken ölmeliydin

---alıntı---
ben anlatamıyorum, uzatınız elinizi derinlerime. söküp çıkartınız kapkara zift kaplamış parçamı içimden. ben anlatamıyorum ama siz dinleyiniz. siz karar verin yaram ne kadar derindir. hangi yar bu yarayı tedavi edebilir. siz karar verin ne kadar kanser içim, huyu nasıldır.

ben anlatamıyorum ama siz dinleyiniz can-ı gönülden beni. belki baksanız gözümün içine, bağırmaktadır o derinlerde. dilini anlayamadığınız bir kuş gibi gelebilir belki size veya güzel bir yazarın betimlemeleriyle yaşatabilir size derdimi.

ben anlatamıyorum ama dokununuz tenime. korkmayınız derdim, sinirim içimi yemekte olan bir mahluk. zarar vermez size. dokunsanız belki anlarsanız diyemediklerimi, kelimelere veya sözlere dökemediklerimi. dokunsanız belki rahatlarım, içim aydınlar elinizle.

ben anlatamıyorum ama koklayınız bulunduğumuz ortamı. hayır, derin bir nefes değil demek istediğim. derininizden gelen bir nefesle içinize çekiniz kokuyu. içtiğiniz soğuk suyun ilerleyişini hisseder gibi hissediniz kokunun ciğerlerinize ulaşmasını. belki aynı şeyleri hissettirir bu koku sizlere. belki bir cümlem olursunuz da siz dillendirirsiniz beni.

ben anlatamıyorum ama duyunuz beni derinlerinizde. belki sesim çıkmaz ama bu sessizliğim de anlatamaz mı iki kelam size? görmenize, hissetmenize gerek yok bilseniz de yetmez mi bazen? ya da siz de susun dert etmem. belki gülerim halimize. ihtiyacımız olan da bu ya zaten güzel bir tebessüm yüzümüzde.

ben anlatamıyorum ama tadın bu ortamı, tadın bu buhranı. ağzınıza dağılırken bu tatlı duygu, ekşiyecektir elbet. acımasız olmak istemem ama siz istediniz beni dinlemeyi. birazcık dayanın. ben anlatamasam da siz anlayın beni.

ben anlatamıyorum ama siz anlayın. askerde değil, sokakta bir araba tarafından değil, boynumuza ip geçirmişken değil... çocukken ölmeliydik, bakire kalmalıydı kalbimiz ve bir o kadar mutlu içimiz.

---alıntı---
http://uc-noktam.blogspot.../cocukken-olmeliydin.html

tanrı nın dokunuşu aşk

---alıntı---

-aşık mısın?
+değilim, yanımda olmanı seviyorum.

bu ve devamı gelen birkaç sözlerle bir diyalog yaşadım yakın bir zamanda. gereksiz yere düşündüm. hakikaten nedir ki aşk? bu kadar tepe noktaya konulup ulaşılamayan bir şey ne olabilir? bir insan hayatına girip seninle derdini, sevincini, zamanını, mahremini paylaşıyorsa ve bu yaptıkları için büyük fedakarlıklar yapması gerekiyorsa o insan senin için daha ne yapabilir ki? bunun daha üst noktası yoktur. buna bir sıfat takmanın anlamsızlığı ayrı bir konudur. benim merak ettiğim insanlar bundan daha üstün ne arıyor birbirlerinde?

+aşk nedir ki bu kadar abartıyorsun? tanrı'nın dokunuşu mu?

böyle düşünüyordum. eski sevgililerimi düşündüm. daha sonra hayatımı en çok etkileyeni, kafamı en çok meşgul edeni. ki o da "aşık olduğum" kadındı. gerçekten aşık olmanın bir farkı var, farkına vardım.

*sesini duyduğumda kalbim duracak gibi oldu.

demişti kadının biri. kim bilebilirdi bana tanrı'nın dokunuşunu yapacağını. bu lafı duyunca tanrı'nın kendisi gibi hissetmiştim, bırakın dokunuşu. elimde bir asa, tüm kudret bendeydi sanki. daha sonra onun sesini duymak ilaç oldu, varlığından öte. her lafı sesiyle içime işler, damarlarımda gezer gibi. o konuştuğunda kainatın en güzel müziği çalıyordu kulağımda, kalbimse düzensiz ama gürültülü bir metronom. onu düşündüğümde beynim uyuşuyor, vücudum fazlasıyla endorfin salgılıyordu. cenneti dünyaya getiren kadın.

kendini özletmese de bana o an yaşadıklarımı üstünden bu kadar sene geçmesine rağmen hatırlatabiliyorsa bu aşktır. ezgilerin en güzelidir sesi, dedikleri dünyanın en güzel romanıdır, bakışları ay'dan güzeldir, dokunuşu o kadar masumdur ki... su kadar berraktır yüzü. bir insan tamamiyle kusursuz olamaz ama bir insanı aşık edebilir ve bu aşk onu kusursuz kişi yapar. ve anladım her şeyi paylaşmanın ötesinde bir şey var. belki bu toyca, çocukça bir şey. belki kişilerin kendini kandırmasındaki hat safha ama var. bazen bir kadın karşınıza çıkıyor ve tanrıça oluyor ve onun dokunuşu, aşk...

+ben hayatımda bir kere aşık oldum. onda da her şeyi elime yüzüme bulaştırdım. bir daha aşık olmam, olmak da istemiyorum.

---alıntı---

http://uc-noktam.blogspot.../tanrnn-dokunusu-ask.html

popi

popi

kürtajın yasaklanması

kürtaj bir haktır

hayatın ne kadar ibne olduğunun anlaşıldığı anlar

--spoiler--
bazen çok düşünüyorum bu hayatı fazla mı ciddiye alıyorum yoksa fazla mı ciddiye almıyorum diye. bilmiyorum bana pek yaşanası gelmiyor burası, çekilecek gibi değil be abi. bazen işte bir kadın giriyor hayatına, işte o zaman unutuyorsun onu düşünmekten bazı şeyleri düşünmeyi. bir o zaman çekilir gibi geliyor burası. sonra o kadın gidiyor yine aynı şeyler hatta fazlası. zira bir nebze acına acı katıyor giden insanlar sonuçta. bir de becereksiziz ki sorma. o kadın arkadaştan öte olduktan sonraki tüm anlar tekrar arkadaşın olamıyor. hep eksiye gidiyoruz, hep kaybediyoruz yani. bir de şunu anladım ben, herkes fazlasıyla dertli. önceleri "ulan tüm dertli kadınları üstüme mi çekiyorum ben?" derdim. ama anladım ki herkes dertli. herkes geçmişteki dertleri yüzünden şimdi bile mutlu olamıyor, yarın da olamayacaklar. çünkü biz bu dertler yüzünden güzel bir şey yaşamıyoruz. geçen olaylara "geçti" diyemiyoruz. her gün bir dert ekleniyor dert dağarcığımıza.

ben çok şaşırıyorum biz insanlara. hani bu kadar dert sahibi olup, hala nasıl katlanabiliyoruz ki buraya? tamam gayet optimist insanlar da var ama bunlar azınlıkta, ben kalan kişiler için konuşuyorum. nasıl katlanıyoruz bu bataklık gibi bizi içine çeken yere. her yerimiz çamur oldu be arkadaş yeter, el insaf. biraz bize de temizlik ver.

hep dertliyiz, hep şikayet ediyoruz. ama biz insanlar çok dayanıklıyız he... maddi manevi tüm bu dertlere göğüs geriyoruz ya. kralı gelsin bizi kesmeye! o yeni bileylenmiş metale gülerek koşmayacaksak ben de bir bok bilmiyorum. gözümüzü o kadar dert bürümüş, o kadar korkusuzuz. hani cesur yürek'te savaş sahnesinde iskoçyalılar götünü açıp, düşman askerleri selamlıyordu ya. biz de götümüzle güleceğiz bir gün o kana susamış dertlerimiz karşısında.

heh... bir de şunlar döküldü lan ağzımdan, ilginç.

ah be kadın!
deniz çok güzel dalgalanıyordu.
şimdi seninle oturup,
o denizin kenarında simit yemek vardı,
martıları seyretmek vardı.
geçen vapuru görüyor musun kadın?
insanlar bir yerlere yetişme çabasında.
yetişmeye çalıştığı yer var ya,
işte tam burası kadın.
biraz sevgi, ardından biraz bulut,
birkaç martı ve deniz.
herkes mutluluğa yetişme çabasında kadın.
biz ise mutluluğu bulmuşuz, denize döküyoruz.
kim bilir belki de deniz bu yüzden bu kadar güzeldir.
bu deniz çok güzel kadın,
bu dalgaların muhabbeti çok iyi.
ben hep buradayım, kayalıklarda.
elimde simit, dilimde dalgalara anlatılacak birkaç kelam.
simiti koparıp martılara atan adam varya, o benim işte.
çabuk doyarım zaten ben.
deniz beni çağırıyor ama kadın.
olur da bir gün görmeye gelirsen beni ve yoksam.
dalgaların davetine icabet ediyor oluyorumdur.
eğer karnın aç olursa,
kayalıkların üstüne bıraktığım simit senindir.
sana almıştım zaten.
--spoiler--

kaynak: http://uc-noktam.blogspot...bne-oldugunu-anladgm.html

olamaz mı

--spoiler--
insan hiç görmediği birini özleyebilir mi?
düşünün, kaç kişi geçti hayatınızdan?
düşünün, siz kaçını sevdiniz?

bazen ayak altına alınan duyguları yaşarken, bazen hislerinizle bulutların üstünde yaşarsınız ayağınızın altına aldığınız şeyleri. hani hayatınızdan geçen kişi sayısı, sevdiğiniz kişi sayısına eşit değildir. belki de bu yüzden hep kısaydı dertlerinizden uzak kaldığınız anlar. evet dertleriniz! bir yunan tanrısı olan atlas gibi dünyayı sırtınızda taşıdığınızı bile düşündürebilecek şeyler. beyninizdeki huzursuzluk tohumları. ne tuhaftır değil mi biriyle birlikteyken bu huzursuzluklardan soyutlamanız kendinizi, hiç yokmuşcasına. onlar hala beyninizde, belki kıvrımlarınız kemirmeye devam ediyor fakat siz yok sayıyorsunuz istemsiz bir şekilde. hayatınıza giren kişi beyninizde bir kahraman niteliğinde. nasıl olsa sizi her gün eriten şeylerden koruyor.

bir sürü huzursuzluğunuz var. bunlar yaşadığınız şeyler veya kendi yarattığınız şeyler. bunların, sizi başka kişilerin 'karamsar' diye nitelendirebilecek derecede çok olduğunu düşünün, bu kadar bir sıkılmışlık var üstünüzde veya yalnızlık. yaşıyorsunuz ama yaşadığınız her günün dünden beter. bugünün ise sadece yarından güzel olduğunun farkındasınız. her rüzgar estiğinde, deniz dalgalandığında ölümün sizi çağırdığını düşünüyorsunuz ama sadece yarın neler olacağını merak ettiğiniz için bu çağrılara cevap vermiyorsunuz. şaka gibi değil mi? insanın "kamera nerede?" diye sorası geliyor bazen farkındayım. kimbilir belki de tanrı bizimle dalga geçiyordur. işte tam bu anda çıkar kahramanız. pelerini veya vücut hatlarını belli eden taytı yoktur. sadece normal bir insandır. kendi bile farkında değildir sizin için bir kahraman olduğunu. varlığının bile huzur verdiği insanlar işte. ne tuhaftır böyle bir insanın hayatınıza girmesi ve sizi başka bir dünyaya sürüklemesi. hayatımıza giren insanların hepsi bu tuhaflıklara sebep olmuyor. sanırım sebep olanların da değerini bilemiyoruz. hayır hayır! bunu onlara gösteremiyoruz.

çok becereksiziz be abi. bu küçük bir çocuğun bir eşya kırma masumluğunda bir şey değil ki her ne kadar amacımız birini kırmak olmasa da. elimiz yüzümüz utanca boyanıyor bazen. kimbilir belki de bu yüzden suçluların bir maskesi veya yüzünü kapatan makyajı vardır.

bizden adam olmaz azizim, en iyisi ölmek. aşık da ne güzel söylemiş baksana: "benim sadık yarim kara topraktır." bizim ihanet edemediğimiz tek yar topraktır. onun kadar sarıp sarmalayan, koruyan olamaz nasıl olsa. hem terk etme veya terk edilme ihtimali de yoktur. sonsuz bir mutluluğun seni beklediğini düşünsene. mükemmel bir şey olsa gerek düşünecek bir sürü şeyin olmasına rağmen senin düşünememen. toprağa kavuşmak için yaşıyoruz zaten.

insan hiç tanımadığı birini sevebilir mi?

hayat da zaten çok tuhaf değil mi? vapurlar falan...
--spoiler--

kaynak: http://uc-noktam.blogspot.com/2012/04/olamaz-m.html

ve tanrı ağladı

bülent akyürek'in yeraltından çıkarttığı bir kitap.

ve tanrı ağladı

yaşama sebebim

--spoiler--
günün yorgunluğundan kurtulmak için yatağıma uzanmış müzik dinliyordum. önce piyano baskın giriyor, sonra gitar, bas, bateri katılıyor o cümbüşe. intro bitiyor...

bir romanda çirkin oldum hep mutsuz, umutsuz oldum.
hep yarım yanlış okundum; bitmeden unutuldum.

gözümü kapadım, şarkıyı ben söylüyormuşcasına hayal ettim kendimi. önümde bir sürü izleyen var. böyle şeylerden keyif alabiliyorum bazen. bazense keyifsizliklerim düşündürmeye itiyor ya beni. aklıma girdi bir ses ve bir sebep aradı. sahi ben neden yaşıyorum?

göründüğünde ne kadar bir basit soru oysa ki. çoğu insan buna düşünmeden cevap verebilir sahip oldukları sebebiyle. birinin çok sevdiği bir insan vardır mesela "ben onun için yaşıyorum" der; başka biri ise inancı sebebiyle yaşadığını söyler, inancı yasaklar ona kendi iradesiyle hayatına son vermesini. bir başkası çocukları için yaşar, bazıları bakmakla yükümlü olduğu insanlar için. bazılarımızın ise bir yaşama sebebi yoktur. belki bir gaziden fazla darbe almıştır hayattan veya bir köleden daha az özgürdür. peki böyleyse neden yaşıyoruz? her şey kötü, dünya her an daha kötüye gidiyor, bizi buraya bağlayan bir kişi, inanç, neden yok. neden buradayız? ilk soruma bu soruyla cevap verebildim ilk olarak her ne kadar soruya soruyla cevap verilmesinden haz etmesem de.

bir cümlede var oldum; nokta kondum son buldum.

sahi neden hala buradayım? çoğu zaman şikayet ediyorum her şeyden. her an tokat atıyor bana hayat. -daha bir kaç saat önce bir sille daha yedim mesela.- ne bileyim tüm bu dengesizliklerin denge diye nitelendirilmesi, bu saatte sokağın bir köşesinde ısınamayan bir insan veya alacak bir şeyi olmadığı için açlığını unutmaya çalışan insanlar geliyor aklıma. sahi denge nerede? bu dengesizlikleri kabullenmemiz bizim dengesizliğimizdendir belki de. sevemiyorum ben hayatı. hayat, işi gücü benimle dalga geçmek olan bir varlık gibi geliyor bana. hiç olmadık yerlerde, hiç olmayacak şeyleri gözüme sokuyor mesela ve ben ona sinirleniyorum. hayat ona sinirlenmemizi, onunla ilgilenmenizi bekleyen küçük bir çocuk gibi. kimbilir, belki de hayat bizden ilgi bekliyor.

oysa "tesadüf" diyebilsem ne kadar kolay olacak veya kaderci olsam. kaderimde varmış! evet, bunu diyebilsem daha kolay olabilirdi her şey. bilmek sorumluluk getirir.

hala soruyorum kendime, "sebep?"

yaşamımı sonlandırmaktan alıkoyan bir inancım yok. uğruna yaşamayı göze alabileceğim bir insan yok. yarının daha güzel olacağına da inanmıyorum. öyleyse neden hala nefes alıyorum? varlığım neden hala bir yer kaplıyor bu gerçeklikte? evet evet buldum yaşama sebebimi, merak bu!

bu bir intihar mektubu olabilirdi ama hayatın bana yarın nasıl bir kazık atacağını merak ediyorum.

--spoiler--

kaynak: http://uc-noktam.blogspot...12/04/yasama-sebebim.html

tuval

tuval

sözlük yazarlarından karikatürler

hesap

kendinizi yalnız hissettiğinizde çenenizi kapatın

kendinizi yalnız hissettiğinizde çenenizi kapatın

tak taktak tak tak…
fonda çalan müziğin sesine daktilonun sesi ekleniyordu. güneş henüz doğmaya yeltenmemiş, ay gökyüzünü terk etmemişti. sigarasından derin bir nefes çekti yazar. kül tabağına sigarasını bıraktıktan sonra devam etti yazmaya.
…
insanların ortak şikayeti, yakarışıdır yalnızlık. kimse daha yalnızlığın nasıl bir şey olduğunu tecrübe etmeden bundan şikayet eder. çoğu kişiye göre yalnızlık bir hayat arkadaşının olmamasıdır. bazıları ise sadece derdini paylaşamadığı bir arkadaşı olmadığı için yalnız hisseder kendini. onlar sahip olduklarının farkında olmayanlardır. onlar sadece daha fazlasına açtır. kerem ise böylelerini sevmez. zira o koca bir siyahlıkta kendini beyaz toz tanesi olarak görür. diğerleriyle uyum içinde değildir ve bu onu farklı kılar. farklılıklar ise ayrılıkları doğurur; ayrılıklar ise geçmek bilmeyen günlerin çetelesini tutmaya sevk eder. günlerin geçmemesi yalnızlıktır ve zaman geçmedikçe tat alamaz insan hayattan. zira kendini tekrarlayan şeyler zevk vermemeye başlar. sıradanlık ise yalnızlığın uzun bir yoludur.
…

Yazar boşalan bardağını, bardağı hemen yanında bulunan şişedeki içkiyle doldurdu. bardağını eline alıp, koltuğa yaslandı. elindeki içkisini içerken düşünüyordu. neydi aslında tam olarak yalnızlık? sadece bir insanın veya insanların eksikliği mi? öyleyse eğer neden bir insan çevresindeki tüm insanların yok sayıp tek başınalığını pekiştirir? elindeki bardağı daktilonun yanına bıraktı yazar ve paketinde kalan son sigarasını yaktı.

…
kerem kendi halinde bir insandı. uzun süredir bir ilişkisi yoktu. birkaç tane arkadaşı vardı, onlarla da çok sık görüşmezdi. çevresinde fazla insan olmasını sevmezdi. stüdyo dairesinde tek başına yaşardı. dağınık bir insandı kerem. eski eşyalara meraklı bir insandı. tek değer verdiği şeyler, o’nun için hazine olan şeyler sadece bunlardı. bir pikap, slr fotoğraf makinesi, tahtadan yapılmış oyuncak arabalar…

ailesiyle arası pek iyi değildi kerem’in. arada sırada kendisini sorumlu hissetmemek için onları arardı, nadiren de yanlarını giderdi. ailenin kutsallığı fikrine katılmıyordu. tüm anneler bir melek değildi onun için, tüm babalar ise bir kahraman. bu yüzden hissettirmeden uzak olmaya çalışıyordu. hayatı sadece kendi ayakları üzerindeyken izlemek hatta rüzgara karşı durmak istiyordu.

bitmiş sigarasını izmaritlerle dolu kül tablasında söndürdü kerem. ceketini üzerine alıp dairesinden çıktı. arabasına binip bir bara gitti. bardan içeri girip, arkadaşının yanına oturdu. arkadaşı ne içmek istediğini sordu kerem’e. daha sonra bardan iki birayla masaya geri döndü. arkadaşının suratı asıktı. belli ki bir sevgilisinden ayrılmıştı. onun yüklerini hafifletmek adına anlattırdı her şeyi arkadaşına. arkadaşı kendisini yalnız hissettiğini söyledi. her şeyini o kıza bağlamış olacak, onsuz bir kendini boşlukta hissettiğini söylüyordu. bu sırada kerem ise bu durumu düşündü. yani bir kadını hayatımızın merkezine, başkentine sokuyoruz. o bir süre sonra ister istemez iç savaş çıkartıyor ve yetkilerimizi kaybediyoruz kendi topraklarımızda. bu bizi boşluğa sürüklüyor. yüksek bir yerden atlıyoruz ve sürekli düşüyoruz, yere çarpamıyoruz. her şeyi sonlandıracak bir sona erişemiyoruz. sadece süzülüyoruz rüzgar suratımızı yalarken ve içimizde korkuyla sevincin karışık duygusunu hissederken. bu yüzden kendimizi içkiyle veya başka maddelerle uyuşturuyoruz. düşünmemek için beynimizi uyuşturuyoruz. ne kadar aptalca değil mi?

kerem’in arkadaşı başka masada oturan bir kadının kerem’e baktığını fark etti ve bunu kerem’e söyledi. kerem ise kadına bakmadan onu istemediğini söyledi arkadaşına. bu sefer arkadaşı onun dertlerini dinlemek istiyordu. fakat kerem daha derdini kendini anlatabilmiş değildi, bu yüzden kimseyle paylaşamıyordu bu duyguyu. bu bir boşluktan bile öteydi onun için.
…

yazar bir an duraksadı ve ellerini kafasının arkasında birleştirerek düşünmeye çalıştı. bir şeyi hatırlamaya çalışıyor gibiydi. güneş ise kendisini göstermiş ortalığı aydınlatmaya başlamıştı. sandalyesinden kalkan yazar üstünü giyerek dışarı çıktı. bir iki sokak yürüdükten sonra çorbacıya girdi ve boş bir masaya oturdu. bir mercimek çorbası söyledi kendine. çorbasını içtikten sonra oradan kalktı yazar, evine doğru gitmiyordu. biraz yürüdükten sonra bir apartmana girip dördüncü kata çıktı. biraz düşündükten sonra kapıyı çalmaya başladı. kimse bakmadı kapıya tekrar denedi şansını, tekrar çaldı ve bekledi. ama yine açan yoktu iki insanın arasına sokulan bir tahta parçasını. geri dönmeye karar verdi yazar. apartmandan çıkan yazar yolun karşısına geçti. deniz kenarında yürümek istedi. bu ona ilk yazısını hatırlattı. ilk yazısında karakter sahilde yürürken güzel saçlı bir kadın görür ve bu onu sebepsiz yere mutlu ederdi. en sonunda ise yine aynı sahilde yürürken kendisini çağıran dalgalara teslim ederdi karakter. yazar denizi dinlemeye kalkıştı. tüm o dalgaların sesi onun için bir çağırıştı. bir an durup denizi seyretti. oradan geçen bir arkadaşı yazarı gördü ve selam verdi. sabahın köründe işe gidiyordu arkadaşı. biraz konuştuktan sonra arkadaşı yoluna devam etti, yazar da evine doğru yol aldı.

…
kerem yorucu bir uykunun ardından uyanmıştı. uykulu bir şekilde kalkarken yatağın diğer tarafında yatan, adını bile hatırlamadığı bir kadın gördü. yarı çıplak bir şekilde sessizce kıyafetleriyle banyoya gitti. banyoda yüzünü yıkayıp, üstünü giydi. banyodan çıkıp odasına geri döndü kerem. çekmecesini açarak çekmeceden bir kağıt parçası aldı ve o kağıt parçasını kadının görebileceği bir yere baktı. kağıtta “işe gidiyorum, uyandırmak istemedim. en yakın zamanda seni arayacağım.” yazıyordu.
…

yazar sandalyesinden kalktı. bir sigara yakarak evinin balkonuna çıktı. sigarasını içtikten sonra içeri giren yazar yatağına yattı ve bir süre uyudu.

yazar akşamüstü olmasına yakın bir zamanda uyandı. uyanır uyanmaz tekrar sigara yaktı. daha sonra telefonunu alarak mutfağa gitti. buzdolabının üstünde yazan telefon numaralarından birini arayarak yemek siparişi verdi. buzdolabını açtı ve son kalan içki şişesini aldı. masasına dönen yazar boş duran bardağını da doldurdu. içkisinden bir yudum aldı. sonra yazmaya devam etti.

…
kerem işten evine döndü. kapısını açtıktan sonra evinin toplandığını fark etti. içeri girdi masada ise tabaklar vardı. kerem şaşkın bir şekilde masaya bakarken, sabah yatakta gördüğü kadın geldi elinde yemekle. “hadi otur soğumadan yiyelim” dedi kadın. kerem ise hala şaşkınlığı üstünden atamamıştı. kadın yemeği masaya bırakıp, sandalyeye oturdu ve elini uzatarak “ben demet” dedi. kerem kadının eline sıktı ve “kerem” diyebildi sadece. daha sonra ceketini çıkartıp masaya oturdu. kadın kerem’e yemeğini uzattı. kerem tabağı alıp önüne koydu. “akşama kadar burada mı bekledin?” dedi. kadın “evet, aramayacağını biliyordum ben de beklemek zorunda kaldım.” “aramayacağımı nereden biliyordun” dedi kerem. “çünkü telefon numaramı almamıştın, ismimi bile sormamıştın” diye cevapladı kadın. “ismini bilmeden daha güzeldi.”
…

kapı çaldı. yazar sandalyesinden kalkarak kapıya baktı. yazarın sipariş ettiği yemek gelmişti. yazar yemeğini alarak odasına gitti. bu sırada yazarın telefonu çaldı. sabah karşılaştığı arkadaşı arıyordu. akşam buluşmak istediğini söyleyen arkadaşını, işi olduğunu bahane ederek geri çevirdi yazar. daha sonra yemeğini yedi.

…
kadın o gece de kerem’de kaldı. kerem sabah uyandığında ilk iş yatağının diğer tarafına baktı, kadın yoktu. yatağından kalktı kerem. banyoda yüzünü yıkadıktan sonra kıyafetlerini giymek için tekrar odasına döndü. dün not bıraktığı yerde bir kağıt gördü. kağıda baktı bir telefon numarası yazıyordu. kağıdın arkasını çevirdi, arkasında da kerem’in notu yazıyordu.
…

yazar elindeki sigarayı söndürerek telefonunu aldı. birkaç saat önce onu arayan arkadaşını aradı ve işinin iptal olduğunu buluşabileceklerini söyledi. telefonu kapattıktan sonra banyoya girdi. sonrasında üstünü giyip, arkadaşıyla buluşmaya gitti. elinde bir bardak viskiyle uzun zamandır görüşmediği arkadaşıyla muhabbet ediyordu yazar. arkadaşı bir kadını sordu yazara. bu kadın yazarın eski sevgilisiydi. sevgilisinin vefat ettiğini ve geçen gün öldüğünü bile bile sabahın köründe evine gidip, kapıyı açmasını beklediğini anlattı. arkadaşı da bu duruma üzülmüştü ve derdine ortak olmaya çalıştığını belirtti. arkadaşı da yalnız olduğunu söyledi ve bu yöndeki dertlerini anlattı yazara. yazarsa bu konuşmalardan sıkılmış bir şekilde arkadaşının sözünü kesti. “yalnızlık bu değil.” dedi. “yalnızlık o kapının açılamayacak olması değil. hayatımızın başkentine soktuğumuz kadının artık yok olması değil” dedi yazar. “yalnızlık o kadının olmamasına rağmen hala bizim onunla olmamız dedi. bizimle onunla ölmemiz, bizim onunla gitmemiz.” diye ekledi.

saat geç olmuştu. arkadaşı yazarın yanından ayrıldı, yazar ise masadan kalkıp, bara gitti ve oraya oturdu. yazar içkisini yudumlamaya devam ederken yanına bir kadın oturdu. kadınla tanışıp biraz muhabbet etti yazar. daha sonra beraber yazarın evine gittiler.

…
aradan birkaç gün geçmişti. kerem gitarını eline almış zaman geçiriyordu. bir anda gitarı elinden bıraktı kerem. telefonunu eline aldı ve demet’i aradı. nasıl olduğunu sordu, sonra tekrar görüşmek istediğini söyledi. demet’i evine davet etti.
…

yazar gece uyanmıştı, yanında bardan tanıştığı kadın vardı. yatağından kalkıp bir sigara yaktı ve daktilosunun başına oturdu yazar. şunları yazdı:

mutlu son sadece hayallerde olur. yalnızlık ise hayal gücümüzü geliştiren bir hocadır.

uludağ sözlük yazarlarının twitter sayfaları

ayrıntılar için tıklayınız

sözlükçülerin formspring sayfaları

http://www.formspring.me/bilgedenfsaa

fareli köyün fuzuli si

fareli köyün fuzuli'si

derin ve dinlendirici uykumu çalar saatin zırlayışı bölmüştü. yatağımdan kalkıp susturdum o acı sesi nereden bilirdim kalk yatma demek istediğini. elimi yüzümü yıkadıktan sonra dişlerimi fırçaladım. aynadan da görebildiğim kadarıyla kendimi izliyordum, henüz tam uyanamamıştım. işim bittikten sonra odama girip, gömleğimi giydim ardından pantolonumu. sonrasına çantamı omzuma takıp, yola koyuldum.

cebimden bir sigara çıkarttım, yakmaya çalıştım. rüzgar söndürüyordu sigaramı hep, nereden bilebilirdim yakma demek istediğini. sonunda bir sinirle yaktım sigaramı. derin gir nefes çektim içime. uyandığımda beni öpen tek o vardı şu an, dudaklarıma değen. sınıfa girdim, henüz kimse gelmemişti. zaten kimseyi aramıyordu gözlerim, bir afet haricinde.

can verme gam-ı aşka ki aşk afet-i candır.
aşk afet-i can olduğu meşhur-u cihandır.

okulun ilk günü geldi aklıma. okul başlamıştı. bense yeni bir şehre, bir hayata alışmaya çalıştığımdan henüz girmemiştim hiçbir derse. artık bir düzene girmemi düşündüm ve ertesi gün derse girmeye kar verdim. sabah kalkamamıştım uykuma yenik düşüp, uyumayı çok seviyordum çünkü. belki rüyalar daha güzel geliyor, sanırım gerçekliğimden. öğleden sonraki derse girdim. boş bir sırayı oturup hocanın derse girmesini bekledim. sonrasında sıkılarak da dersin bitmesini bekledim. yanımda oturan çocuğa dersle ilgili şeyler sordum. kimseyle tanışmadım, sadece ileride “arkadaşım” belki “kardeşim” diyeceğim insanlara baktım biraz. onlarsa çoktan kaynaşmış, dersten sonra neler yapacaklarını tartışıyorlardı. ders bitti, dersten çıktım. sigaramı yaktıktan sonra telefonu çıkarıp, arkadaşımı aradım.

-gel lan, kahvaltı yapalım.

ertesi günse sabahtan kalkabildim ve derse gittim. dün oturduğum sırama oturdum. ardımdan bir kız girdi sınıfa. o’nu gördüğüm an zaman yavaşladı. bir sinema perdesine bakar gibi hayatımı izliyordum. saç tellerinin hareketinin yarattığı rüzgara karşı koyuşunu bile görebiliyordum. her adımda saçları ahenkle sallanıyor, kendisi ise benim hissettiklerimden hatta benden habersiz oturacağı yere ilerliyordu.

ders bitmişti. bu sefer bir anda kendimi dışarı atmadım sınıftan. zaten yavaş yavaş atıyordum üzerimdeki sıkıntıyı. önceden kaynaşan arkadaşlar yani bir arkadaş grubu sınıftan çıktı zaten ben de arkalarındaydım. dışarıya çıktım o kalabalığın arasından. okulun önünde sigara içiyorlardı. o kız da yanlarındaydı. yanlarına giderek selam verdim ve onlarla tanıştım. şimdilerde hepsi sevdiğim arkadaşlarım. okulun önünden ayrıldılar. nerede zaman geçireceklerini tartışıyorlardı. bir cafeye gitmeye karar verdiler. ben de peşlerinden gittim, hem kahvaltı ederim diye. normalde bunları yapmazdım. yanlarına gidip selam vermezdim mesela. benim hiçbir arkadaşlığım böyle olmadı. hep bir ortak nokta vardı ve konu üzerinden konuşurduk, hatta tartışırdık. sonrasında adını sorardım karşımdakine veya o bana sorardı. cafeye oturduk oyun oynamak istediler. oyun oynadık o arada kahvaltımı ettim ben de. sonra şansıma zamanı yavaşlatan o kızla baş başa kaldık farklı bir masadaydık. ilk defa o’nunla birebir konuşacaktım. o suskundu. ben sorular sormaya başladım arada bir o da soruyordu bir şeyler. bu arada da tavla oynuyorduk. fazla bilmiyormuş tavlayı yardımcı oldum. bir kere yendim sonrasında yenildim tavlada. oyun bitince diğer arkadaşların yanına geçtik. beni yendiğini belirterek sevindi. hoşuma gitti o an yenilmek bile. daha sonra yanlarından ayrılıp kaldığım yere gittim ve yatağıma yattım, tekrar uyudum.

ertesi gün kalktım. karar vermiştim o’nunla hissettiklerimi, neler yaşadığımı o’na anlatacaktım. okula gittim, konuşmak için müsait bir zaman bekliyordum ama bir türlü olmadı. sürekli farklı arkadaşlar en azından üçüncü olarak yanımızdaydı. ders bitmişti, biraz beraber takıldıktan sonra herkes evine dağılacaktı. önce otobüs durağına gittik o’nu bırakmak için. baya bekledik otobüsü bu arada da muhabbet ediyorduk. ben de aralarından o zamanlarda, hatta şimdilerde de en yakın olandan telefon numarasını istedim. dersle ilgili falan sıkıntı olursa haberleşiriz diye. bunu fırsat bilerek o’ndan numarasını isteyecektim ama kalabalık sadece o’nun ve arkadaşın numarasını almak tuhaf kaçar diye orada bulunan gerekli, gereksiz herkesin numarasını aldım. başka bir adım atabilmiştim. salak gibi telefon numarasını alabildim diye tebessüm edebiliyordum. zaten hissettiklerim buydu salaklık, daha bilinen adıyla aşk. daha sonra o’nun otobüsü geldi. diğerleriyle devam ettik ben de kaldığım yere gitmek için ayrıldım. zaten durağa çok yakındı. odama girdim, biraz bilgisayarda zaman geçirdim. daha sonra arkadaşımla yemek yemeye gittik. mutlu göründüğümü söylüyordu. ben de geçiştirdim durumu. zira ben böyle şeyleri konuşmasını sevmeyen ve beceremeyen biriyim. kaldığımız yere geri döndük. birkaç saat geçmişti. mesaj attım “gidebildin mi?” diye. evi uzaktaydı. biraz konuştuktan sonra sustuk tekrar.

ertesi gün haftanın son günüydü. yine “konuşacağım” diyordum, yine kararlıydım. derse gittim ama o yoktu. diğer arkadaşlar da onun şakasını yapıyordu. sonradan fark ettim ki bizim sınıftan başka bir çocukla kahvaltıya gitmiş. kötü hissettim kendimi. tabii bir şey belli etmemeye çalıştım, güldüm ben de. mesaj attım dayanamayıp. o da söyledi kahvaltıda olduğunu. kendimi çok ama çok kötü hissediyordum. sadece bozulduğumu diğer arkadaşlara belli etmemeye çalışıyordum. diğer derse geldi o ve beraber gittiği arkadaş. ki beraber gittiği arkadaşı ilk gördüğüm andan itibaren sevemiyordum. önyargı falan da değil, konuşma tarzını halini hareketlerini sevemiyorum bazı insanların ben. sanırım kendim gibi kişiler olsun istiyorum çevremde ya da benden çok fazla bilgili, olgun kişiler. o bozulmuşluğu tüm gün yaşadım. sonrasında dersler bitti ve okulun önünde bir sigara içip ayrıldık.

kaldığım yere geldim. önceki gün mutlu göründüğümü söyleyen arkadaş bu seferde moralimin bozuk olduğunu anladı. ne olduğunu sordu. anlatamadım, sadece ”boş ver” diyebildim. o akşam mesaj attım o’na anlattım içimde bulunduğum durumu. yüz yüze konuşmak istediğimi fırsat bulamadığımı belirttim. “seni tanımak istiyorum” dedim. sonrasında eğer bir ilişki olacaksa olur zaten diyordum. ama şu an sana “sevgilim olur musun? demiyorum” dedim. “sadece tanımak istiyorum” dedim. başkasından hoşlandığını söyledi. bir başka hezimet daha yaşadım. hem bu şekilde arkadaşlık ilişkimizi bozmak istemediğini söyledi. hiçbir şey diyemedim, sustum. ve olay böylece kapandı. ilk günler arkadaş olarak da olsa yakın olamıyordum artık. gerçi bu zamanla o’nun hareketleri ve anlayışlılığıyla azaldı. ve sonradan anladım ki o sevemediğim çocuk değildi hoşlandığı insan.

ders başladı o gene yoktu. her ne kadar o hala aynı şekilde zamanı yavaşlatsa da ben kendime bile bahsetmemeye çalışıyordum olanları, yaşadıklarımı. ilk ders bitmişti. okulun önüne inip, sigara içtim arkadaşlarımla. sınıfa çıktık. dersin başlamasına on dakika falan vardı o geldi. birden bire ilk gün gördüğüm sahneyi gördüm gibi oldu. yine saçları rüzgarına meydan okuyor, saniyeler bir dakikalara eşit oluyordu o an. bir körün renkleri keşfetmesi, bir sağırın ilk kez müzik dinlemesi gibiydi o an. bir esirin dört duvar arasında değil de gökyüzüyle göz göze gelip, nefes alması gibiydi. çantasını bırakıp, diğer kız arkadaşla sınıftan çıktılar. bir süre sonra döndüler. hoca girdi derse. ağır işleyen ve geçmeyen bir dersti. bazılarımız uyukluyor, bazılarımızsa uyuyordu. bense sağa sola bakıp, zaman geçirmeye çalışıyordum. sonra arkadaki arkadaş beni dürtüp, selpağımın olup olmadığını sordu. “yok" dedim. önüme dönerken o’na ilişti gözüm. saçlarıyla yüzünü kapamış, başını eğmişti. diğer arkadaşsa diğer arkadaşlara selpak soruyordu. o’nun ağladığını gördüm. o an donmuş o halini izliyordum. önüme döndüm bir şey diyemeden. yanında oturan arkadaş o’nu teselli ediyordu. anladım ki sevgilisinden ayrılmış. daha önceden de tartışmalarından bahsediyordu başka bir kız arkadaşa. sevgilisinden ayrıldığı için üzüldüğü veya neyden üzüldüğü hiç önemli değildi. dönüp, sadece “iyi misin?” diyebilmek istiyordum. ama yapamadım. tek kelime edemedim. bir yandan arkadaşlar teselli ediyor, bir yandan o da kendini toplamaya çalışıyordu. toparladı kendini biraz, saçlarını topladı. gözleri kızarmıştı, cennetin cehennem ateşiyle yandığını görmek gibiydi o an o’na bakmak. ben yine bir şey diyemedim. kitaplarımı toparlayıp, sınıftan attım kendimi. önümde sınıftan başka bir arkadaş vardı. kapıda diğerlerinin çıkmasını bekledik. onlar da gelince okulun önüne çıktık. paketimden bir dal sigara çıkardım ve sinirle sigaramı yaktım. kafamı kaldırdım ağzımda sigara vardı, karşımda da o. daha iyi haldeydi, kızarıklık geçmişti gözlerindeki. sigaramdan derin bir nefes çekmiştim sigaramdan. yıllardır sigara içmemiş tiryaki gibi. sigaralar bittikten sonra ondan onlar yine oyun oynamaya gittiler. ben de “işim var” diyerek ayrıldım yanlarından.

kaldığım yere geldim yine. çantamı bıraktım, bir sigara daha yaktım. sonra o’nu ağlarken gördüğüm an neler düşündüğümü düşündüm. “adaletini sikeyim dünya” dedim. hep canımızı acıtan insanlar çıkarıyorsun karşımıza. senin ağlamasına kıyamadığın bir insanı başka biri üzebiliyor ve o o’nu üzen kişiyi seçiyor. bunu yaşamamızın sebebi hayat mı? hayatımızı sikeyim. bunu yaşamamızın sebebi kader mi? kaderimizi sikeyim. bu yaşadığımız adil bir yaşam mı? bu adaleti yaşamamıza sebep olan her şeyi sikeyim.

hayat karşımıza hep yanlış kişileri çıkarıyor. hayat sürekli acı çekmemizi ve bunlardan ders almamızı istiyor. hayat bize iyi davranmıyor. mecnun’a çöllere düşürdün; ferhat’a dağları deldirdin; fuzuli’ye lanet ettirdin hayat, aşk.

can verme gam-ı aşka ki aşk afet-i candır
aşk afet-i can olduğu meşhur-u aşk ziyandır

sakın isteme sevda yı gam aşkda hergız
kim hasıl-ı sevda yı gam-ı aşk ziyandır

her ebru-yı ham katlinde bir hançer-i hun-rız
her zülf-i siyeh kasdında bir ef’i yılandır

yahşi görünür sureti mehveşlerin amma
yahşi nazar ettikte ser-encamı yamandır

aşk içre azap olduğun andan bilürem kim
her kimseki aşıktır işi ah-ü figandır

yad etme kara gözlülerin merdüm-i çeşmin
merdümdeyip aldanma kim içtikleri kandır

gel derse fuzuli ki güzellerde vefa var
aldanma ki şair sözü elbetme yalandır